
Bir Kamu Diplomasisi Unsuru Olarak Savaş Etiği
Kamu diplomasisi, bir ulusun diğer uluslar üzerinde uyandırdığı olumlu veya olumsuz intiba ile ilgilidir. Kamu diplomasisi yöntemlerini kullanan devletler, imajlarını iyileştirmek, bozulmasını önlemek ve eğer arzulanan düzeyde değilse siyasal etkinliklerini güçlendirecek imajlara kavuşmak için çaba sarf ederler. Ancak iyi bir imaja sahip olmak sadece çaba sarf ederek edinilemez. Ulusların ve devletlerin tarihten gelen, kimliklerine yapışmış ve başkaları tarafından algılanan bazı özellikleri vardır. Bu özelliklerden biri de orduların savaş sırasındaki davranış biçimleridir.
Ancak bundan önce savaşın çıkış nedenleri üzerinde durmak gerekir. Hangi savaş haklıdır? Haksız savaş ne demektir? Savaş, saldırıya uğrama veya ağır insan hakları ihlalleri gibi haklı bir nedene dayanmalıdır. Buna karşılık, hasmı imha etme amacıyla yapılan ve savunma gerekçesi olmayan saldırgan savaş haksız savaştır. Haksız savaşın etik bir tarafı olamaz. Doğal olarak, haksız savaşı başlatan ve yürüten orduların etik dışı davrandıkları bir gerçektir. Bunun dışında, savaşan ordu mensuplarının savaş etiğine aykırı davranışları –sivillere uygulanan şiddet ve imha eylemleri, kültürel varlıkların yok edilmesi ve yağmalanması, çevreye zarar verilmesi, orantısız ve gerekçesiz güç kullanımı gibi– haklı da olsa haksız da olsa savaş etiği normlarına aykırıdır. Savaş, son çare olmalı; diplomasi ve barışçıl çözümler tükenmeden savaşa başvurulmamalıdır. Güç kazanma, başkasının topraklarını veya zenginliklerini ele geçirme ya da intikam amacıyla yapılan savaşların sonunda kimse kazançlı çıkmaz.
Savaş bazı durumlarda kaçınılmaz olabilir. Ancak bu durumda bile, insanlık uygarlığının gelişimiyle süzülüp gelen etik kuralların uygulanması, insanlık onuru açısından son derece önemlidir. Tarihte savaş suçu olarak kabul edilen birçok olay –Hiroşima ve Nagasaki'ye atom bombası atılması, Bosna Savaşı’ndaki soykırım gibi– savaş etiğine aykırı olduğu için uluslararası alanda kınanmıştır. Günümüzde Gazze’de ve Ukrayna’da yaşananlar, savaşan tarafların etik kuralları ne denli kolay çiğneyebildiklerine kanıttır. Özellikle 1948 Birleşmiş Milletler Soykırım Sözleşmesi’nde tanımlanan suçlar, Bosna’da, Azerbaycan’ın Hocalı kasabasında, Ruanda’da, Sudan’da ve dünyanın pek çok bölgesinde yaşanan insanlık dışı soykırımlarla, insanlık adına ne kadar trajik bir konumda olduğumuzun kanıtıdır. İnsan haklarını korumak, gereksiz acıları önlemek ve savaşın yıkıcı etkilerini en aza indirmek için oluşturulmuş bir disiplin ve yaklaşım olan savaş etiği, uluslararası hukukun da önemli bir alanıdır.
Tarih boyunca, doğası gereği bir şiddet eylemi olan ve “öldürme” amaçlı savaş sırasında, tarafların birbirlerine karşı sergiledikleri temel insan haklarına aykırı tutum ve eylemler, etik kurallar belirlenmiş olmasına rağmen engellenememektedir.
Savaş etiğine uymayan, orduları katliamlar ve soykırımlarla insan hayatını hiçe sayan devletlerin olumlu bir imaja sahip olması mümkün değildir. Buna karşılık, saldırganlıktan kaçınan, savunma maksadıyla yapmak zorunda olduğu silahlı çatışmalarda insan haklarına ve etik kurallara riayet eden devletlerin bu tavırları, doğrudan kamu diplomasisi aracı ve imaj unsuru olarak değerlendirilmektedir. Zira silahlı kuvvetleri insan hakları kurallarına uyan devletlerin en önemli itibar kaynaklarından biri de bu tutumlarıdır. Aksi tutumu benimseyen devletler ve orduları, tarih ve insanlık önünde kolaylıkla silemeyecekleri bir lekeyle anılmaya mahkûmdur.