logo
Tahıl Koridoru ve Türkiye’nin Artan İtibarı 12 Ekim 2023

2022 Şubat ayının 24’ünde Rusya Federasyonu’nun Ukrayna’yı istila etmeye başlaması ile ortaya çıkan süreç dünyayı sarsmaya devam etmektedir. Bu kanlı savaşın henüz sonunun gelmediği görülmekte, Türkiye’nin her iki savaşan tarafla doğrudan konuşabilen tek ülke olarak çatışmaların sonlanması için ciddi çabalar gösterdiği bilinmektedir. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan Rus ve Ukraynalı mevkîdaşları ile neredeyse sürekli temas halinde barışı tesis etmek için gayret etmektedir.

Bu gayretlerin arasında son dönemde öne çıkan ve tüm dünyanın konuştuğu husus ise Ukrayna’dan savaş nedeniyle ihraç edilemeyen tahılın serbestçe dağıtımının yapılması olmuştur. Türk diplomasisi büyük bir çabayla Rusya ile Ukrayna arasında arabuluculuk yaparak tahılın ihracı imkanını sağlamıştır. "Tahıl koridorundan" geçerek ihtiyacı olan ülkelere giden yük gemilerinin yükü tahılın yanında Türkiye’nin itibarı olmuştur.

Birbiriyle çatışan tarafların arasında arabuluculuk yapmak her ülkenin diplomasisinin harcı değildir. Çatışan tarafların bu arabulucuya güvenmesi esastır. Ancak söz konusu güvenin kazanılması da kolay olmamaktadır. Yumuşak güç güvenin temelini oluşturmaktadır. İşte Türk diplomasisi bu güvene sahip olduğu için tahıl sorununda ve esir takasında Rusya ile Ukrayna arasında arabuluculuk yapabilme kapasitesine ulaşmıştır.

Dünyada Ukrayna tahılına ihtiyaç duyan çok sayıda ülke vardır. Bunların çoğu da yoksul ülkelerdir. Türkiye Ukrayna’dan yola çıkarak Türk boğazlarından geçen gemiler dolusu tahılın özellikle bu ülkelere ulaşması için de çaba göstermiştir. Ukrayna tahılının dünya piyasasından çekilmesi ile ortaya çıkan gıda krizi ve hızla yükselen buğday fiyatlarının savaş öncesi şartların oluşmasıyla birer küresel istikrarsızlık unsuru olmaktan çıkmaya başlaması Türkiye’nin bu girişimleri ile mümkün olmuştur. Sonuç olarak, her vesileyle Türkiye’yi kınayan, bunun da ötesinde açıkça Türkiye düşmanlığını söylemlerinin temel taşı haline getirmiş olan çevreler, özellikle de batı basını isteksizce de olsa “Türkiye’yi takdir” etmek zorunda kalmışlardır. Fakat Türkiye’nin gıda krizinde olup da Ukrayna buğdayına muhtaç olan ülkeler nezdindeki itibarının batı ülkelerindekinden daha da fazla olduğu da bir gerçektir.

Devamını Oku
KAMU DİPLOMASİSİNİN İÇERİDE VE DIŞARIDA KARŞILAŞTIĞI ZORLUKLAR 12 Ekim 2023

Kathy R. Fitzpatrick The Hague Journal of Diplomacy dergisinin 2012 yılının 7. sayısında yayınladığı “Defining Strategic Publics in a Networked World: Public Diplomacy’s Challenge at Home and Abroad” (Ağlarla Bağlı Bir Dünyada Stratejik Kamuların Tanımlanması: Kamu Diplomasisinin İçerde ve Dışardaki Mücadelesi) (s. 421-441) başlıklı makalesinin giriş bölümünde eski bir diplomat olan Shaun Riordan’a 1 atfen 21. Yüzyılda klasik diplomasinin giderek daha çok sivil toplumu dikkate almak zorunda kalacağını ileri sürmektedir. Bu kuşkusuz doğru bir tespittir. Dışişleri Bakanlıkları ve diğer ilgili devlet kurumları her ülkede bu maksatla yeni yapılanmalara girişmişler ve hedef olarak belirledikleri toplumlara yönelik stratejiler geliştirmeye başlamışlardır.

Ancak, tespitin daha çok zamanın ruhuna uygun bir teknik gereklilik olarak anlaşılması gerekmektedir. Kamu diplomasisi faaliyetleri hedef olarak düşünülen kamuların nasıl tanımlanacağından başlayarak onlara hangi vasıtalarla yaklaşılacağına kadar çözümü zor sorunlardan etkilenmektedir. Öncelikle de stratejik kamu diplomasisi ilkelerinin başından itibaren benimsenmesi şarttır.

Başından itibaren ifadesinden öncelikle ulusal çıkar tanımlaması ile başlayan süreç kastedilmektedir. Her devlet bu tanımlamayı yaptıktan sonra ulusal çıkarın nasıl dışa anlatılacağı konusunda kafa yormak zorundadır. Dış dünya sizin ulusal çıkar tanımlamanızı kendisince yorumlayabilir. Fakat maksat o tanımlamanın sizin tarafınızdan yapıldığı şekilde somutlaştırılması ve ifade edilmesidir. Süreçteki sonraki aşama ise hedefi belirlemek, her yönüyle tanımak ve hangi yöntemlerle çalışılacağı konusunda karar vermektir. Sonrasında ise icra edecek yetkin kişi ve kurumların devreye girmesi gerekir. Tüm bu aşamaların disiplinler arası bir strateji kapsamında birbiri ardından hayata geçirilmesi stratejik kamu diplomasisinin olmazsa olmazıdır.

Devamını Oku
ULUSLARARASI GÖÇ, GÖÇMENLER VE KAMU DİPLOMASİSİ 12 Ekim 2023

Çağımız göçler çağıdır. Birleşmiş Milletler verilerine göre 281 milyon kişi doğduğu yerden farklı bir sınır aşırı coğrafyada yaşamını sürdürmektedir. Bu sayı dünya nüfusunun %3,6’sına tekabül etmektedir. Göçmenler, doğdukları vatanlarından farklı nedenlerle göç etmektedirler. Siyasal, ekonomik, kültürel, ekolojik nedenlerin yanında daha iyi yaşam koşullarına ulaşma arzusu gibi düşüncelerle ülkelerini terk eden insanların büyük bir çoğunluğu yeni vatanlarında sürekli yerleşme amacı taşımaktadır. Göçmenlerin çoğu başlangıçta günün birinde ülkelerine geri dönme arzusunu canlı tutsa da devam eden koşullar genellikle geri dönüş arzularına ket vurulmasına neden olmaktadır.

Uluslararası göçmenlerin kaynağı veya hedefi olan ülkeler konuya ilişkin mevzuatları ve özellikle uygulamaları nedeniyle dünya kamuoyunun gözlemlerine muhatap olmaktadırlar. Başka bir ifadeyle göçmenlere karşı davranışları uluslararası etik ve hukuk kurallarına uymayan ülkeler tabiatıyla eleştirilmekte ve imajlarının bozulması ile karşılaşmaktadırlar. Göçmenlerin geride bıraktıkları vatanlarının onlara yeterince “sahip çıkamadığı ve güvenli bir yaşam ortamı” sunamadığı şeklindeki bir imaj, menşe ülkelerinin itibarı için zedeleyici bir unsurdur. Göçmenlerin gittikleri ülkelerin de onlara göstermediği ihtimam ve esirgenen koruma, itibarları açısından zararlı olmaktadır.

Bu görüşler ışığında ülkelerin imajlarını ilgilendirmesi nedeniyle göç ve göçmenlere ilişkin konular kamu diplomasisinin de bir alanı haline gelmektedir. Örneğin, son yıllarda Akdeniz’de ve Ege Denizinde düzensiz göçmenleri geri iten ve onların ülkelerine girmesini engelleyen Avrupa Birliği ütesi ülkelerin bu tutumları açıkça insan haklarını ve uluslararası hukuku ihlal anlamına gelmektedir. Bu ülkelerin imajlarında önemli ölçüde bozulma olmaktadır.

Kamu diplomasisi açısından bakıldığında göç ve göçmenlerle ilgili politika ve uygulamaların devletlerin stratejik kamu diplomasilerinde yer alması günümüzde kaçınılmaz olmaktadır. Tabii bunun için göç ve göçmenlerle ilgili yaklaşımların insan haklarına ve uluslararası hukukun kurallarına uygun bir tavır içinde olması elzemdir. Ege’de ve Akdeniz’de yoksul ve çaresiz düzensiz göçmenleri ölüme terk eden ve onlara her türlü kötü muameleyi reva gören bir anlayış kesinlikle çağ, ahlak ve hukuk dışıdır. Bu muamelenin sahiplerinin ise iyi bir imajlarının olması beklenemez.

Devamını Oku
Fenomenoloji veya Görüngübilim Açısından Kamu Diplomasisi Üzerine Saf Düşünceler 12 Ekim 2023

"Halka açık bir parktayım. Çok uzak olmayan bir yerde bir çimenlik ve çimenlik boyunca sandalyeler görüyorum. Bir kişi sandalyelerin yanından geçiyor. Bu kişiyi görüyorum, onu aynı anda hem bir nesne hem de bir kişi olarak kavrıyorum. Bu ne anlama geliyor? Bu nesnenin bir insan olduğunu söylerken ne demek istiyorum?"

(J.P.Sartre, Das Sein und das Nichts. Hamburg, 2000, s. 459)

Fenomenoloji veya görüngübilim (Osmanlıca: zahiriye), Edmund Husserl tarafından kurulan 20. yüzyılın önemli bir felsefi akımıdır. Jean-Paul Sartre, Martin Heidegger’in ve Michel Foucault’nun da bu akımdan etkilendiği bilinmektedir. Husserl tüm gündelik, bilimsel ve felsefi bilginin temelini her türlü önyargılı düşünceden tutarlı bir şekilde vazgeçmekte arar. Deneyimin yapılarını, örneğin doğa bilimleri gibi diğer disiplinlerin teorilerine, türetmelerine veya ön kabullerine başvurmadan tanımlamaya çalışır. Husserl'in çıkış noktası, salt gizemden tamamen kopuk, radikal biçimde önyargısız bir biliş idealidir. Bu bilişe, bilimsel anlamda anlaşılabilir ve nesnel olması için yöntemsel olarak ulaşılmalıdır. Nesnellik iddiası her zaman ilgili deneyimsel duruma bir mesafeyle sonuçlanmalıdır ki, bu da kendini özneye yakınlık eksikliği olarak ifade eder. Ancak bir şeyi "canlı" ya da "ete kemiğe bürünmüş" olarak deneyimleme imkânı olmadan, bu durum benim için bilinmezdir. Böylece, "deneyimlerimde, yaşantılarımda ya da düşüncelerimde karşılaşabileceğim her şeyle, deneyimlenen, yaşanılan, düşünülen şeyin orijinal olarak- Husserl 'orijinal olarak' diyor- deneyimimin, yaşantımın, düşüncemin periferisinde ortaya çıktığı ya da orijinal bir şekilde onda ortaya çıkabileceği durumlara gönderme yapıyorum.

Fenomenolojinin temel kaygısı, şeylerin kendilerine ilişkin betimlemeyle açıklığa kavuşturulmasıdır. Ancak 'şeylerin kendilerinin' ne olduğu, aslında yalnızca öznel canlının kendini açık etme süreçlerinde ortaya çıkar. Bu öznellik bilinçten doğar ve fenomenolojinin araştırma ve çalışma nesnesi haline gelir. Fenomen yalıtılmış bir nesne değildir, ancak göndergesel bir bağlamda durmaktadır. Bu da ön bilgiyi ya da ön bilginin ortaya çıkarılmasını ve gerçek olgudan ayrılmasını fenomenolojik analizin önemli bir bileşeni haline getirir. Dolayısıyla nesnelerin kendileri bilimin öğrettiğinden daha az, duyusal izlenimlerin aktardığından daha fazladır ve yalnızca karmaşık bir anlamın tetikleyicileri ya da eşlikçileri olarak işlev görürler. Saf fenomenlere nüfuz etmek için özel bir erişim yöntemine ihtiyaç vardır: Buna "fenomenolojik indirgeme yöntemi" denmektedir.


Bu görüşler ışığında özneler arasındaki bir iletişim ve etkileşim açısından gerçekliğin tasviri nasıl olmalıdır sorusu akla gelmektedir. Fenomenolojik indirgemenin imaj oluşumundaki katkısı ne olmaktadır? Kamu diplomasisi faaliyetlerinde neyin nasıl temsil edildiğinin Husserl’in fenomonolojisi ile açıklaması nasıl olmalıdır? Bunda taklidin (mimesis) rolü nedir? 

Devamını Oku
Kamu Diplomasi ve (Eksik) Kuramsal Altyapısı 12 Ekim 2023

Devletlerin dış politikalarında ve genel olarak uluslararası ilişkiler tartışmalarında giderek daha çok konuşulan kamu diplomasisi uygulama ve akademik bir disiplin olma iddiası ile yeni bir alandır. Özellikle Soğuk Savaş yıllarında hasım büyük devletlerin ve onların yönetimi altındaki blokların birbirlerinin toplumları ve kanaat önderleri üzerinde etkilerini arttırmak üzere uyguladıkları faaliyetlerin tümü bu kategoride anılmaya başlamıştır. Aslında bu amaçla icra edilen faaliyetler kuşkusuz insanlık tarihi kadar eskidir. Ancak Yirminci Yüzyılın ikinci yarısında “kamu diplomasisi” deyimi akademik ilgiyi üzerinde toplamakla yeni bir disiplinin de oluşumu olarak yorumlanmıştır. Henüz yeni bir akademik disiplin olup olmadığı konusunda uzlaşı sağlanmış değilse de kamu diplomasisi faaliyetleri günümüzde devletlerin dış politika planlamalarında artık kolaylıkla vazgeçilemeyecek bir yer işgal etmiş bulunmaktadır.


Bununla birlikte kamu diplomasisi henüz emekleme çağındadır. Kuramsal arayış alanında önemli bir makale yazmış bulunan Harvard Üniversitesi Öğretim Üyesi Eytan Gilboa* (Gilboa, 2008: 56), kamu diplomasisi alanındaki mevcut araştırmaların birkaç bakımdan henüz zayıf olduğunu, çalışmaların çoğunun tarihsel nitelik taşıdığını belirtmiştir. Kamu diplomasisine ilişkin tarihsel anlatılar analitik ve sadece anekdotlardan ibaret olmadıkları takdirde değerlidirler; ancak kamu diplomasisinin teori ve metodolojisinin gelişimine katkıları çok sınırlı olmuştur. Ayrıca, kamu diplomasisini halkla ilişkiler, psikolojik operasyonlar ve hatta propaganda ile eş anlamlı kullananlar olmuş, böylece bir kavram ve dolayısıyla kuram karışıklığı ortaya çıkmıştır. Kamu diplomasisinin diğer "uluslararası iletişim" alanlarına göre benzersizliği böylece anlaşılamamış ve anlatılamamıştır.


KADAM, kamu diplomasisine Türkiye penceresinden bakacak, bununla da kalmayıp bu okuma üzerinden kuramsal tartışmalara katkıda bulunmaya gayret edecektir. KADAM’ın başlattığı bu tartışmalara Türk akademisinin katkıda bulunması kamu diplomasimizin de gelişmesine katkıda bulunacaktır.


*Eytan Gilboa (2008), “Searching for a Theory of Public Diplomacy”.The ANNALS of the American Academy of Political and Social Science 2008; 616; 55-77

Devamını Oku
PROPAGANDA VE KAMU DİPLOMASİSİ İKİLEMİ 12 Ekim 2023

Propaganda, doğası gereği hedef alınan birey, toplum ve grupları itaatkâr ve uyumlu hale getirmeyi amaçlar. Böylece hedef, propagandayı kullanan için zararsız, kontrol edilebilir ve çıkarlarına hizmet edebilir hale getirilecektir. Başka bir deyişle, propaganda ile kamuoyu oluşturulacak ve hedef alınan toplum propagandayı uygulayanın çıkarlarına hizmet edecek şekilde biçimlendirilmiş olacaktır.

Günümüzde, iletişim teknolojisinin de hızla gelişmiş olmasından da yararlanan devletler ulusal çıkarları doğrultusunda yaygın biçimde dost veya hasım olarak belirledikleri ülkelere yönelik etki operasyonları sürdürmektedirler. Propaganda bu operasyonlarda dezenformasyonun diğer adıdır. Özellikle yalanla yoğrulan gri ve siyah propaganda yöntemleri ulusların birbiriyle olan ilişkilerine zarar vermektedir.

İkinci Dünya Savaşı sırasında işgale karşı Fransız direnişçisi olarak görev yapan akademisyen Jacques Ellul’e (1912-1944)* göre halkla ilişkiler de propaganda kapsamında düşünülmelidir (Ellul, 2021:11). Kamu diplomasisi için de aynı görüşü ileri sürmek mümkün olabilir mi acaba? Bu noktada aslında bir ikilemle karşı karşıya kaldığımızı söylemek gerekmektedir. Hiç kuşkusuz, kamu diplomasisi faaliyetleri arasında propaganda hissi veren bazı söylemler bulunmaktadır. Ancak kamu diplomasisi doğası gereği farklı tarafların birbirlerini daha iyi anlamak ve diyalojik bir ilişki üzerinden iyi ilişkilere ulaşma amacı taşımaktadır. Daha çok kandırma yöntemleri ve doğru olmayan söylemlerle muhataplarını çıkarları doğrultusunda yönlendirme içeren propaganda ile kamu diplomasisini bağdaştırmak doğru değildir. Esasen propagandanın da küresel iletişimin artan hızı karşısında etkisinin de azalmakta olduğunu unutmamak gerekmektedir.

*Jacques Ellul (2021), Propaganda. Aus dem Französischen von Christian Driesen. Wie die öffentliche Meinung entsteht und geformt wird. Westend Verlag. Frankfurt a. Main.

Devamını Oku
BATIDA TÜRK VE TÜRKİYE ALGISI 12 Ekim 2023

Türkiye, dünyanın içinde bulunduğu bu çalkantılı dönemde tarihten gelen dinamikleriyle bölgesinde güçlü bir devlet olma çabasındadır. Bu, zor dönemlerde karşı karşıya kaldığı türlü tehdit ve tehlikelere set çekebilmek ancak güçlü devlet tecrübesi olan ülkelerin harcıdır. Son bin yıl içinde batı dünyasındaki Türk algısı, siyasal, kültürel ve felsefi boyutlarıyla bugün de farklı dalgalanmalarla varlığını sürdürmektedir. Ulusların ve devletlerin imajlarının siyaseti ve uluslararası ilişkileri etkilediği bilinen bir gerçektir. İmajlar kolaylıkla değişmemekte, kollektif belleklere kazınmış algılar zaman içinde kemikleşmektedir.


Tarihçi Özlem Kumrular, “Avrupa’da Türk Düşmanlığının Kökeni. Türk Korkusu” başlıklı eserinde 15. ve 16. Yüzyıllardan itibaren Avrupa kültürünün giderek değişmez hale gelen bir olumsuz Türk algısı ile yoğrulduğunu anlatmaktadır . Yine, Onur Bilge Kula’nın “Batı Felsefesinde Oryantalizm ve Türk İmgesi” adlı eserinde Türk algısının tarihi ve felsefi kaynakları son derece ayrıntılı biçimde anlatılmıştır . Leyla Coşan’ın 16. Yüzyıl Almanya’daki Türk algısı üzerine yazdığı önemli eserleri de hatırlamak gerekmektedir . Olumsuz algı, dozajı ülkeden ülkeye ve çağdan çağa değişse de özünde hep aynı kalmıştır. Üstten bakış ve kibir, özellikle 18. Yüzyılın ikinci yarısı ve 19. Yüzyıldan itibaren Türk korkusunun yerini almış, 19. Yüzyıl oryantalizminin temel kaygısı Türklerin Orta Asya steplerine nasıl geri gönderilecekleri olmuştur. Kurtuluş Savaşımız ve Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşu ile bu ihtiraslara son verilmiş olduğu düşünülse bile, sözünü ettiğimiz algı değişmediği sürece Türklere ve Türkiye’ye yönelik siyasetin değişeceğini beklemek hayalperestlik olacaktır.


Türk ve Türkiye algısını büyük ölçüde etkileyebileceği bir girişim olarak değerlendirilmesi gereken “Türk Devletleri Teşkilatı’nın” yeni bir kurumsal anlayışla kurulmuş olması bu alanda önemli bir adımdır. Asya’daki Türk Devletlerine “Türk” adını dahi yakıştıramayanlar onların bir araya gelip bir “birliktelik ifade etmeleri” karşısında büyük olasılıkla mevcut Türk ve Türkiye algılarını da zaman içinde gözden geçirme ihtiyacı duyacaklardır.

Devamını Oku
KAMU DİPLOMASİSİ VE ULUSAL ÇIKAR 12 Ekim 2023

Kamu diplomasisi, devletlerin ulusal çıkarlarını koruma, pekiştirme ve genişletme araçlarından biridir. Devletlerin asli görevi uluslarını ve vatanlarını iç ve dış tehditlere karşı korumaktır. Aslında önde gelen ulusal çıkarlar daima bu çerçevede konumlanmaktadır. Devletler tüm siyasetlerini, varlıklarını sürdürmek maksadıyla bu doğrultuda düzenlemek zorundadırlar.

Kamu diplomasisi hakkında yazılanlar çoğu kez konuya örgütsel perspektiften bakmak suretiyle bu aracın çeşitli kurumlarda nasıl anlaşıldığına ve uygulandığını ele almaktadır. Devlet liderleri ve resmi kurumlar arasındaki ilişkileri içeren diplomasinin aksine kamu diplomasisi uluslar ve sivil toplum örgütleri arasındaki doğrudan ilişkileri içermektedir. Kamu diplomasisi, dost, müttefik veya hasım hangi devletler olursa olsun diyalog yoluyla ulusal çıkarlara hizmet amacıyla kullanılmaktadır. Aslında devletin diplomasisinin tamamlayıcısıdır. Kamu diplomasisi, günümüzün gelişen iletişim imkanlarıyla daha da yaygın kullanılan bir araç haline gelmiştir. Fakat asıl mesele, kamu diplomasisinin ulusal çıkarlara hizmet edecek stratejik bir düzenlemeyle icra edilmesidir. Başka bir deyişle, kamu diplomasisinin düzenlenmesinde ve stratejisinin belirlenmesinde ulusal çıkar amaçlı etmenler dikkate alınmalıdır.

Öte yandan ulusal çıkarın tanımlanması demokrasilerde başlı başına karmaşık bir sorundur. Demokratik ülkelerde uzlaşı ile belirlenmesi gereken ulusal çıkarlar, siyasal görüşlerin farklılığı nedeniyle farklı biçimlerde tanımlanabilmektedir. Her devletin asli görevi olan güvenliğin temini konusunda herhangi bir görüş ayrılığı olmamalıdır. Kamu diplomasisi stratejilerinin hazırlanmasında asgari müştereklerin öne çıkarılması sorunun çözümü için önemlidir. Neticede ulusal çıkar, özellikle de güvenlik odaklı olduğu takdirde uzlaşı ile tanımlanabilmekte ve devletin kamu diplomasisine yansıması daha kolay olmaktadır.

Devamını Oku
TAHIL KORİDORU VE TÜRKİYE’NİN ARTAN İTİBARI 15 Temmuz 2023

Türkiye, dünyanın içinde bulunduğu bu çalkantılı dönemde tarihten gelen dinamikleriyle bölgesinde güçlü bir devlet olma çabasındadır. Bu, zor dönemlerde karşı karşıya kaldığı türlü tehdit ve tehlikelere set çekebilmek ancak güçlü devlet tecrübesi olan ülkelerin harcıdır. Son bin yıl içinde batı dünyasındaki Türk algısı, siyasal, kültürel ve felsefi boyutlarıyla bugün de farklı dalgalanmalarla varlığını sürdürmektedir. Ulusların ve devletlerin imajlarının siyaseti ve uluslararası ilişkileri etkilediği bilinen bir gerçektir. İmajlar kolaylıkla değişmemekte, kollektif belleklere kazınmış algılar zaman içinde kemikleşmektedir. Tarihçi Özlem Kumrular, “Avrupa’da Türk Düşmanlığının Kökeni. Türk Korkusu” başlıklı eserinde 15. ve 16. Yüzyıllardan itibaren

Avrupa kültürünün giderek değişmez hale gelen bir olumsuz Türk algısı ile yoğrulduğunu anlatmaktadır . Yine, Onur Bilge Kula’nın “Batı Felsefesinde Oryantalizm ve Türk İmgesi” adlı eserinde Türk algısının tarihi ve felsefi kaynakları son derece ayrıntılı biçimde anlatılmıştır . Leyla Coşan’ın 16. Yüzyıl Almanya’daki Türk algısı üzerine yazdığı önemli eserleri de hatırlamak gerekmektedir . Olumsuz algı, dozajı ülkeden ülkeye ve çağdan çağa değişse de özünde hep aynı kalmıştır. Üstten bakış ve kibir, özellikle 18. Yüzyılın ikinci yarısı ve 19. Yüzyıldan itibaren Türk korkusunun yerini almış, 19. Yüzyıl oryantalizminin temel kaygısı Türklerin Orta Asya steplerine nasıl geri gönderilecekleri olmuştur. Kurtuluş Savaşımız ve Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşu ile bu ihtiraslara son verilmiş olduğu düşünülse bile, sözünü ettiğimiz algı değişmediği sürece Türklere ve Türkiye’ye yönelik siyasetin değişeceğini beklemek hayalperestlik olacaktır. Türk ve Türkiye algısını büyük ölçüde etkileyebileceği bir girişim olarak değerlendirilmesi gereken “Türk Devletleri Teşkilatı’nın” yeni bir kurumsal anlayışla kurulmuş olması bu alanda önemli bir adımdır. Asya’daki Türk Devletlerine “Türk” adını dahi yakıştıramayanlar onların bir araya gelip bir “birliktelik ifade etmeleri” karşısında büyük olasılıkla mevcut Türk ve Türkiye algılarını da zaman içinde gözden geçirme ihtiyacı duyacaklardır.

                

Devamını Oku
YUMUŞAK GÜÇ, ULUSAL İMAJ VE İTİBAR 15 Temmuz 2023

Kamu diplomasisi bir ülkenin ulusal imajı ve dünyada kazandığı itibar ile yakından ilişkilidir. Ulusal imaj bir bütün olarak arkasına aldığı sert güç ile ülkenin yumuşak gücünü oluşturur. Bu tanım, Joseph S. Nye, Jr* tarafından öne sürülen "yumuşak güç" tanımından ibarettir. Uluslararası ilişkilerin kuramsal tartışmalarında Robert Keohane ile birlikte "karşılıklı bağımlılık" konseptinden yola çıkan ve disipline liberal bir yaklaşım sergileyen Nye, yumuşak güç söylemiyle geniş kabul görmüştür. Öte yandan yumuşak gücün de bir "güç unsuru" olduğu noktasından hareket ederek söylemi eleştirenler de vardır.


Söz konusu eleştirilerin önemli bir bölümü yumuşak gücü oluşturan unsurların, yaklaşımın neşet ettiği gelişmiş ülkelerin koşullarına göre belirlenmiş olmasına yöneliktir. Söz konusu gelişmiş ülkelerin kendilerine özgü özellik ve değerlerin tüm ülkelerde bulunması mümkün olamayacağına göre yumuşak sahibi olanlar sadece bu gelişmişler kulübüne ait olacaktır. Bu boyutuyla yumuşak güç küresel egemenliğin belli bir odakta toplanmasına yol açmakta, dolayısıyla emperyal bir esasa dayanmaktadır. Bu eleştirinin temelinde uluslararasında giderek zemin kazanan eleştirel kuram(lar) yatmaktadır. Realist paradigma açısından da yumuşak güç kavramının eleştirildiğini unutmamak gerekir. Realist okul güç denince "sert gücü" anlamakta, devlet-merkezci tüm paradigmasını güvenlik ve ulusal çıkar üzerine inşa etmiştir.


Yumuşak güce yönelik bu eleştirilere karşın ulusal imaj ve uluslararası planda kazanılan itibar hiç kuşkusuz devletlerin dış politikalarında önemli rol oynamaktadır. Bu imaj ve itibarın kazanılmasında sert gücün dışındaki bazı değerlerin önem kazandığı da bir gerçektir. Ancak, ulusal imaj ve itibar sadece uzun ve orta süreçlerde oluşan ve belleklere kazınan bazı algılardan ibaret değildir. Devletler, içinde bulundukları koşullara göre uyguladıkları politikalarla Nye tarafından tanımlanan yumuşak güç unsurlarının ötesinde olumlu imajlara sahip olabilirler. Joseph S. Nye, Jr hiç kuşkusuz, ideolojik arka planı ne olursa olsun, henüz emekleme çağındaki kamu diplomasisine yeni bir boyut ve tartışma kazandırmıştır. Disiplinin kuramsal altyapısı geliştikçe bu konuda da farklı söylemler tartışılacaktır.


*Joseph S. Nye, Jr. (2017), Yumuşak Güç. BB101. İstanbul

Devamını Oku
İNSANİ DİPLOMASİ 15 Haziran 2023
6 Şubat 2023 Pazartesi sabahı Türkiye, daha önce görülmemiş büyük bir felakete gözlerini açtı. 10 ilimiz ve ülke nüfusunun yüzde 10,6'sını oluşturan 13,5 milyon nüfus, 7,7 ve 7,6 büyüklüğünde iki depremle sarsıldı. Onbinlerce insanın hayatını kaybettiği ya da yaralandığı bu büyük felakette bölgenin altyapısı ve ekonomisi alt üst oldu. Uzun sürecek bu felaketin yaralarını sarma süreci başladı.

Depremin ilk anlarından itibaren Türkiye'den ve yurt dışından yardım yağmaya başladı. Seksene yakın ülke Türkiye'ye yardım ekipleri ve malzeme gönderdi. Bu tavır, her fırsatta birbiriyle yarışan, çatışmacı söylemler kullanmaktan çekinmeyen ve sürekli krizleri tetikleyen devletlerin insanlık için bir araya gelebileceğini gösterdi.

İnsani diplomasi, kamu diplomasisinin bir alanı olarak kabul edilmektedir. Dünyanın herhangi bir yerinde bir doğal afet meydana geldiğinde çeşitli ülkelerden yardım gönderilmesi bir tür kamu diplomasisi faaliyeti olarak kabul edilmektedir. Salgın, deprem ya da sel felaketinden zarar gören ülkeye yardım gönderilmesi beklenen ve bilinen bir tavırdır. Ancak bu işbirliğinin en önemli sonuçlarından biri donör ülke imajını olumlu yönde etkilemesidir. Dolayısıyla asıl insani amaç ortadan kalkmamış olsa da kamu diplomasisinin bu noktada devreye girdiğini söylemek yanlış olmayacaktır. En zor durumdaki ülkenin ve halkının imdadına yetişen ülkeye ve teşkilatlarına karşı duyulan sempati, o ülkeyle başlayan siyasi gerilim devam etse de artacaktır. Daha da önemlisi söz konusu siyasi gerilimler tamamen ortadan kalkmasa bile söylemleri ve şiddeti azalacaktır. Böylece meydana gelen kötülüklerden iyilik ihtimali doğacaktır.
Devamını Oku